Foruma hoş geldin, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

OynFrm Reklam Alani OynFrm Reklam Alani
OynFrm Reklam Alani OynFrm Reklam Alani

Paris'ten, Sevgilerle! | 1. Bölüm

Çevrimdışı

makochi

03ofkosucusu
Katılım
9 Haz 2014
Mesajlar
50
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Şube
Mersin
1. Bölüm “KAVGA”




“ Böyle olacağını bilmeliydim.” Burnundan soluyan Enis’e ters bakışlar attım.
“Ne çok konuşuyorsun sen öyle?” Elimdeki mısır gevreğini de sepete attığımda koşturarak en sevdiğim reyona geçtim. “Tatlı yapma uğraşlarının başarısızlıkla sonuçlandığını kabul et, bütün reyonu sana pasta yapmayı öğretecek iki usta şef için alayım?” diye büyük iddiaya girişti Enis.
Mutfakta harikalar çıkartmıyordum ama yaptığım şeyler fena da değildi. Ya da öyle miydi? Yüzümü sıkıntıya buruşturdum.
“Zevzeklik etme!” Kaslı göğsüne indirdiğim dirseğim sızlarken, onun nasıl olup da sadece yüzünü buruşturuyor olduğuna akıl sır erdiremedim. “Çok acıdı!” Kaslı gövdesini süzdüğümü pis sırıtışlarını gördüğümde fark ederek kızardım ve önüme döndüm.
Homurdanarak dil çıkartma dürtümü geri çevirmeye çalıştım fakat kimi kandırıyordum ki? Olmadı, ona dil çıkardığımda sıcacık gülümsemesiyle ödüllendim ve bana çarpık bir şekilde baktı.
Tam elim kek için malzemelere giderken durdum ve dudağımı kemirerek Vans ayakkabılarıma baktım.
“Sorun nedir?” Enis’in sesiyle at kuyruğu halinde ensemde topladığım kumral saçlarımın ucuna dokundum. Israrcı sesi peşimi bırakmıyordu. “Şimal?”
Başımı yana eğerek uzun boyuna rahatça bakabilmek için başımı hafifçe geriye attım. Kısa sayılmazdım ama Enis ortalamanın üstündeydi. “Gerçekten o kadar kötü mü?”
Hala pişirdiğim şeylerde takılı kaldığımı görünce bir an eğlenen gözlerle süzüldüm.
“Imm,” dedi dudağını büzüştürerek. Dağınık sarı saçları, bir ton koyu kıvırcık, gür kirpikleri, uyumlu bir şekilde elmacık kemiklerinin üstünde dolaşıyordu. Enis’in aslında fazlasıyla yakışıklı olduğunu fark edince zaten uçan kuştan nem kaptığım bu döneme isyan ettim.
Ben de bir Çetiner’dim, üstelik bir kızdım ama bütün güzellikler karşımda bana alayla bakan pislikte toplanmıştı! Kahpe kader, diye geçirdim içimden. Allah, biz aciz kullarından alıp böyle şanslılarına veriyordu demek ki!
Dolgun dudakları “Öldürmez.” Diye mırıldandığında “Pislik!” dedim kahkahalarımız reyonu doldururken. Yaptığım yemeklerin kötü olmadığını biliyordum. Keyfim yerine gelirken ona sırtımı döndüm. İçimden “Eh,” diye geçirdim, “ O kadar da kötü değilmişim.” Yani bu işten vazgeçememe gerek yoktu.
Enis sırıtan yüzüme kaşlarını çatarak baktı. “Şu planından vazgeçmediysen kötü şeyler de diyebilirim?” Sesinden eğlendiği anlaşılıyordu.
“Eh,” dedim onu taklit ederek. “Söylediklerin öldürmez.”
Güçlü kahkahası kafaları bize döndürürken kıkırdamamı bastıramıyordum, en sonunda ben de ona eşlik etmiştim…




“Gerçekten, bunu yaptığımıza inanamıyorum.” Son poşetleri de içeriye taşıdığında, Enis’e gerçekten bir an üzüldüm ama bakın sadece bir an. Kim kartların benim lehime döneceğini bilebilirdi ki?
“Fikir senden çıkmıştı Çetiner.” Dedim eğlenerek.
“O iki aşçıyı sana pasta yapmayı öğretene dek burnundan getirmeleri için elimden ne geliyorsa yapacağım seni küçük cadı!” Evet, pasta merakım vardı. Nerede güzel bir tarif görsem ya da ilgimi çekse eve gelip aynısını deniyordum. Ve evet, sırf Enis’i gıcık etmek için “Mutfakta harikalar yaratmadığımı” söylemiştim. Geniş gülümsemesi yavaşça solduğunda da, “Ama bana kurs vermeleri için tutacağın iki aşçı, harikalar yaratmama yardım edebilirler, değil mi sevgili kuzenim?” diyerek tatlı tatlı cevabını vermiştim.
Şimdi hatırlayınca kıkırdama isteğim yeniden, hiç azalmayan bir şekilde beni sarıyordu.
“Sinirlenince çok güzel olduğunu daha önce sana söylemişler miydi hiç?” Onunla dalga geçerken kahkahalarım tüm evi sardı. Enis sinirle üstüme doğru koştu. “Gel buraya, sarı cadı!”
“Beni yakalayamazsın koca oğlan!” dedim masanın arkasına dolanırken.
“Bunu sen istedin.” Sinsi bakışı gözlerimi yakaladığında gülümseyerek kaçış noktalarımı hesaplamaya çalıştım. Saçlarım minik lastik tokadan kurtuldu ve koltuğun kenarından benimle eş zamanlı dönen Enis, “Seni şimdi yakaladım minik canavar.” Dedi.
“O kadar kolay değil!” Gülümseyerek elimdeki yastığı onu oyalaması için yüzüne fırlattım ve hole çıkan iki basamaklık merdivenleri tırmanırken dengesini kaybeden Enis, bileğimden yakaladı. “O kadar kolay değil !”
Kendi sözlerim bana satılırken beni omzuna atan Enis’e kızgınlıkla bağırdım. “Enis, indir beni yere!”
Boş bir çuvalı sırtlamış gibi rahat Enis’e yalvarıyordum adeta. Kartlar lehime döndü mü demiştim? Çok fevri davrandığım bir gerçekti o halde. Çünkü Enis istediğimi vererek beni yere bıraktı. Burada altını çizmeliyim,beni başım dönene kadar döndürdükten sonra. Başım öyle dönmüştü ki, kaçmam gereken yerde Enis’e tutunuyordum. Göğsünden destek alan elimi nefes nefese kalmış olmamı yanlış anlayan Enis,
“Kurtuluşunuz yok küçük hanım, bu sefer kıskaca alındınız işte!” dedi zafer kazanmanın heyecanıyla. O da benim gibi nefes nefese kalmıştı.
“Enis…” dedim zorlukla. Hala elim göğsünde, tam kalbinin üstündeydi. Elimi çekerken huzursuzlandığını fark ettim, Enis fena gıdıklanırdı. Yüzümde sönen sırıtış yeniden doğarken, “Bunu sen istedin.” Dedim. Gülen sesi kahkahama karışırken kanepeye düşürdüm. Enis’in kollarımı tutmaya çalışması da bir fayda vermiyordu. “Bak kötü olur,” dedi beni caydırmaya çalışarak.
“Şimal!”
Durmamı istiyordu ama uzun zaman sonra ilk kez Enis, bir şekilde güzel gülüyordu. Belki zorla, belki değil. Sabah uyanır uyanmaz eli alkol şişesine değil de, kahveye, kahvaltıya ve sağlıklı şeylere gitmişti. Bana sataşıyor, benimle alay ediyordu.
Enis buydu. Suratı asık bir ergen gibi dolaşmasını sevmiyordum. Onun üzgün olmasını görmek de istemiyordum.
Sonunda durduğunda çok yakın olduğumuzu fark ettim. Rahatsız edici bir yakınlık değildi, o benim kuzenimdi ve biz Enis’le birbirimizi olabilecek her halde görmüştük zaten. Kardeşten farklı büyümemiştik.
Güzelce gülümseyip yüzüne hafif ama ani bir tokat attım ve inleyip yanağını tutmasından yararlanıp hemen sıvıştım. “Bu tam bir pislik olduğun içindi.” Dedim tatlı tatlı.
Mutfağa geçip ortalığa bir göz attım. Her yerde poşetler vardı. Açıkçası, bunca eşyayı sırf Enis’i sinirlendirmek için almıştım. O aşçıları atlatabilir, çok güzel çörekler ve pastalar yapıp Enis’i utandırabilirdim. Mutfak masrafı da ona iyi bir ders olurdu üstelik!
“Ayıkla bakalım pirincin taşını.” Mutfak kapısının pervazına dayadığı geniş cüssesiyle her zaman ki gibi eğleniyordu benimle. Beni yıldırmaya çalışıyordu ama pes edecek biri değildim. “Pekâlâ, üstesinden gelebilirim.”
“Altmış tane poşetin mi?” dedi kaşlarını kaldırarak.
Islığım abarttığım gerçeğini ele verirken kaşlarımı kaldırdım. “O kadar olmuş mu gerçekten?” Büyük poşetlere biraz daha göz attım. Temizlik reyonuna bile girmemiştik, sırf inat olsun diye o kadar ileri gitmiş miydim sahi?
“Gördüğün her üründen bir tane aldın tatlım ama ustaların henüz hazır değiller. Bu işi mutlaka lehime çevireceğim.” Tatlı tatlı gülümsemesinin altında yatan muzip bakışları yakaladım.
Sözlerine kulak asmadan çift kapılı buzdolabına gidip içindeki az yiyecekleri düzenli bir sıraya koydum ve rafları temizledim. Ardından temiz cam kaplara meyveleri yerleştirmek için mutfak dolabının üst kısımlarına uzanırken, Enis’in fazlasıyla yapılı sıcak bedenini hissettim, elim çaresizce yetişmeye çalışırken, Enis elimin üstünden kolayca uzanmış ve kabı bana vermişti.
“Teşekkürler” diye mırıldanıp elmaları yıkadım ve süzülmeleri için kenara bıraktım. Diğer bir elmayı da yanına koyduğumda, diğer elmanın Enis’in elinde olduğunu gördüm. “Obur.”
“Bak ne diyorum.” Beni duymamazlığa gelip dolu ağzıyla konuşmaya başladı.
“Hım?”
“ Artık bana ne tür bir işkence edeceğini öğrenme vaktim geldi ha?” Meyveleri yıkayan parmaklarım suyun altında biraz daha oyalandı.
Musluğu yavaşça kapatıp derin bir nefes aldım. Omuzlarımı dikleştirip kendimi cesaretlendirdim ve yavaşça ona döndüm. “Benle mutfağa gir?” dedim umutsuz bir çabaydı ama beklentiydi işte. “Zaten mutfaktayız Şimal?”
“Öyle değil… “ Sözcükleri bir sıraya sokmaya çalışırken, “Aşçı tutma.” Dedim nihayet. “Birlikte yemekler yapalım?” İmkansızı istediğimi biliyordum ama gerçekten sıkılıyordum, ne Eda, ne Sevda –evet, ikiz kardeş olan arkadaşlara sahiptim- uzunca bir süre müsait değillerdi ve sınav haftasını arkamda bırakmışken nefes almanın tadını çıkartmak istiyordum.
“Lütfen,” dedim bir kez daha zorlayarak. “Çok sıkılıyorum.”
Ona masum bakışlarımdan atarken, “Sıkıntını atmak için farklı yöntemler denemelisin,” dedi. Omuzlarım anında çöktü. “Ayrıca, kesinlikle senin kobayın olmak istemiyorum.”
İnatçı bir kız çocuğu içimde homurdanıp ayaklarını yere sürtmeye başlayınca Enis’e gıcık olmaya başlayan bu tarafımı destekledim.“O halde, partiyi unut.”
“Peki,” dedi blöfüme karşılık omuz silkerken. “Nasılsa gidecek başka birini bulurum.”
“Enis!”
“Tamam, belki.” Kararsızlığını gözlerinde seçince bunu bir fırsat bilerek atıldım, “O kadar kötü olamaz.”
Bana sorar bakışlarla gelirken kıkırdadım, “En fazla seni una bularım.”
Şakalardan hoşlanmayan Enis bana bu sefer gerçekten çarpık gülümsemesiyle baktı, bu sefer içten geldiğini görebiliyordum. “En fazla,” dedi mutfaktan çıkmadan önce. Omzunun üstünden bana tehditkâr bir şekilde baktı. Parmağının hedefi olarak ben seçilmiştim. “Fırına yemek niyetine seni verir, aç kalırsam…” dudaklarını seçenekleri değerlendirmek ister gibi büzdü. “Olmadı seni çiğ çiğ yerim, Şimal.”
Ona tek kaşımı kaldırarak baktım, “Yapamazsın.”
“Yapabilirim.” Mutfağı arkasında bırakırken bakışlarımı gördü ve bıyık altından gülümserken, “Ve bu en iyi ihtimalin olur, sarışın.”


* * *


“Şimal, şimdi senden yürümene daha sık dikkat etmeni istiyorum.” Karşımdaki hareket dersleri öğretmenimi pür dikkat dinliyordum.
“Adımların gayet güzel, ne içeri ne dışarı…” beni biraz süzdükten sonra parmağıyla dönme işareti yaptı ve ben kendi etrafımda dönmeye başladım.
“Güzel…güzel…evet yeterli.” Sonunda tatmin olmuş sesine gülümseyerek döndüğümde Atay hocanın dudaklarını büzdüğünü gördüm ve içimdeki huzursuz yan yeniden ortaya çıktı. “Daha önce dans eğitimi almış mıydın?” çatık kaşları huzursuzluğumu büyütse de, “Evet hocam,” diyebildim. “Modern dans, sekiz ay ve bale yaklaşık bir sene.”
Kısa bir an için kaşları havaya kalktı ve “Etkileyici,” dedi. “Zarif adımların var ve bundan gayet memnunum hayatım ama zincirleme trafik kazası gibi tuttu mu tutan sakarlığını ne yapacağız, bilemiyorum.”
Suratımı buruşturdum. Yanındaki partneri, kızıl saçlı boya küpü -hareket hocamızın yardımcısı- Aksen Ersoy dikkatli gözlerle beni süzüyordu. Mükemmelliyetçi yapıları, taviz vermedikleri ilkeleri
vardı. Her zaman için en iyiyi isteyen ailemden sonra böyle insanlar bana şaşırtıcı gelmiyordu ama sakarlık insanın elinde olan bir şey değildi ki. Suratımı ekşittim.
“Bu konuda neler yapabileceğimize bakmamız gerekebilir.” Aksen hoca Atay hocanın dediklerini bir not kağıdına yazdıktan sonra keskin bakışlarını bana dikerek, “Evet, kesinlikle gerek.” Dedi.
Ani düşmanlığı karşısında bir an afallasam da sınıftan arkadaşım Miray gelerek omzuma dokundu. Silkinip kendime gelirken, “Her zamanki egosu işte,” dedi. “Umursama.”
Başımı sallayıp dağılan sınıfa baktığımda, günün sonuna geldiğimizi fark ettim. Yere uzanıp spor çantamı almak için hareket ettim ama gece Enis’in başında beklerken üstüme alamadığım yorganın içime soğuk işletmesi sebebiyle tutulan belim, feci derecede acımıştı. Bir inleme dudaklarımdan kaçarken, daha bitmeyen günün gecesine kadar yarı zamanlı bir işim olduğunu kendime hatırlattım ve suratımı bir kez daha buruşturdum.
Lanet olsun!
“Bugün kafeye gidecek misin?” Miray da benim gibi eşyalarını toparlıyordu. Su şişesini kafama dikmeden önce, “Evet,” dedim. “Her zaman ki gibi.”
“Peki yarın?” Şişenin kapağını kapatıp geri çantama yolladım. Çoktan bahçeye çıkmış, bir aracın gelmesini bekliyorduk. “Neden sordun?”
Omuz sikti. “Sadece bir şeyler yapmak istemiştim.” Gülümsedim. “Bakarız.” Sevgilisine attığım taş karşısında küçük kız çocukları gibi kaşlarını çattı.
Binayı gerimizde bırakmak için ilerlerken de homurdandı. “Bu çocukta ne var anlamıyorum,” dedi erkek arkadaşını kast ederek. “Bakarız deyip duruyor, aniden karşıma çıkıyor, söz vermiyor ve hep, ‘bakarız’ diyor ama … olmuyor! Bakarız ne demek Allah aşkına, evet veya hayır. Çok mu zor bunu demesi?”
Kumral teninde sıkıntıyla parlayan kahverengi gözlerine bakarak gülümsedim, “Miray,” sözünü kesmeye çalışmama aldırmadan devam etti. Arkasından dudaklarını zorlukla birbirine bastırmaya çalışan sevgilisini görünce gözlerim fal taşı gibi açıldı.
“Hep bunu yapıyor, geçen gece Elif ve Yelda sevgilileriyle sinemaya gideceklerdi. Birlikte gitmeyi teklif ettiler ama ne oldu bil bakalım? Baktık! Sonuç? Gitmedik!” Miray taramalı tüfek edasıyla devam ederken sevgilisi “Çok mu istiyordun o filme gitmeyi?” dedi arkasından.
Çoktan başka alemlere dalmış arkadaşım başka bir boyutta yüzer gibi “Hayır!” dedi. “Amacım sadece birlikte vakit-” cümlesi bıçak gibi kesilirken sonunda bakışlarımı yakaladı ve arkasına dönünce keskin nefes alışını duydum.
“Ali!” şaşkınlığı elle tutulur bir hale gelirken utancının renk verdiği yüzünü saçlarıyla kapatmaya çalıştı. “Senin ne işin var burada?”
Erkek arkadaşı önce gülümsemesini bastırmaya çalıştı ama başarısız olunca kısa yola kaçarak eğildi ve Miray’ın yanağına bir öpücük kondurdu. Basit bir öpücük bana onları gözetliyormuşum hissini verince bakışlarımı başka bir yöne çevirdim ve Ali’nin hemen yanındaki genci gördüm.
Ali gibi kumral ve uzun boyluydu ama Ali’den kesinlikle daha zayıftı. Bakışlarımın yönüne dönen Miray gülümseyerek, “Ali?” dedi sorar bir ifadeyle.
“Buralardan geçiyorduk...” dedi. “Berkay aklıma düşürdü, dersinin bu saatte bittiğini biliyordum ve gelip sizi alalım dedik.”
Kaşlarım bir an çatılıp kaldı. “Merhaba, Miray.” Sesindeki soru işaretini sezmiş, ama inatçılığını çok önceden bir kâhin gibi görmüştüm.
Miray tepkimi tahmin edebildiği için gerilip bana dönerken ben cümledeki çoğulluğu çoktan görmüştüm. Üstüne kırmızı renk kalın bir keçeli kalemle çarpı işareti atarken, başımı iki yana salladım. “Teşekkür ederim ama zaten kafe yakınlarda. Ben Miray’ı yalnız bırakmamak adına bekliyordum.”
Çok fazla konuşmuşluğumuz yoktu ama Ali ile minicik bir an geçirmeniz, sizin hakkınızda pek çok şeyi keşfetmesine yetip artan bir zaman dilimi oluyordu. Hazır cevaplığı ve zekânın alayla karışmış sıcak kahve gözleri güzel yüzünde parlayan iki noktayı anımsatıyordu. Miray’ın bu adama abayı yakması işten bile değildi, sinir bozuculuğuna rağmen iyi ve eğlenceliydi. Üstelik yalanı kesinlikle, hemen seziyordu!
“Altı üstü seni kafeye bırakacağız,” dedi Ali gözlerini devirerek. “Ne olmuş yani?”
Omuz silkerken, Ne mi olmuş? Diye söyleniyordum kendime. O araba senin bile değil, tanımadığım birinin arabasına mı binmemi bekliyorsun?
Miray kaşlarını havaya kaldırıp bana bakarken, “Sevgilimi sinemaya götüreceğim ve Berkay da,” arkasındaki genci işaret ederek devam etti. “Kendi kız arkadaşıyla ilgilenecek. Sizi resmi olarak tanıştırmadım… Pardon.” Ali birden aklına süzülen düşünceyle surat ekşitirken parmakları Berkay ve benim bedenim arasında gidip geliyordu. “Berkay, Şimal. Şimal, Berkay.”
Ellerimiz birbirine uzanırken, “Memnun oldum.” Dedim. O da tekrarlarken elim büyük ve sıcak avucunun içinde sanki daha da küçüldü.
“Hava soğuk,”dedi Miray ilk kez konuşarak. “Kafe zaten yakın, bırakırız biz seni.”
Israra gelemeyen bir yapım vardı ve bir şeye hayır diyorsam, üstüne gidilmesine gelemezdim. “Teşekkürler ama gerek yok.” Dedim. “Nasılsa birazdan Enis gelecek.”
Ali kabul eden bir ifadeye bürünürken Berkay dikkatli gözlerini üzerime dikmişti. Bir an kilit kelimenin Enis olduğunu hissettim.
Bakışlarından huzursuz olurken birkaç veda kelimesiyle onları atlatmış ve nihayet kendimle baş başa kalabilmiştim. Sonunda.
Çantamdan kulaklıkları birbirine girmiş telefonumla beraber çıkarttığımda bir solo müzik açarak yolu arşınlamaya başladım.
Enstrümanların sesi ruhuma dokunuyor gibi hissederken tüm olanları tarafsız bir gözle izlemeye çalıştım ama bu zordu. Uzun bir zamandır artık kendi evime çıkmam gerektiğini düşünüyordum ama İstanbul’da yaşanılacak bir eve çıkmak güçtü. Yakın arkadaşlarım sevgilileriyle ya da yurtlarda kalıyorlardı. Babamın mülk ve aile gelirinden dolayı bana asla çıkmayacak olan bu seçenek, daha ben kapılarını çalamadan tuzla buz olmuşlardı. Bu konuyu geri dönmek üzere bir tarafa kaldırdım. Güzel ses, benliğimde akmaya devam ediyordu.


Büyük bir bombanın pimi zaten ailemin sözünü çiğneyip, bana biçtikleri senaryoya karşı çıktığım gün çekilmişti.
Bana yardım eli uzatılmayacağı ilk andan belliydi, kendi başımın çaresine bakabileceğime inanan yanım hala güçlü sesiyle, istikrarlı davranıyordu ama Enis bana evinin kapılarını açmasaydı gerçek anlamda halim haraptı.
Enis. Miray, Ali, Eda ve Sevda, Bora ve birkaç kişi.
İki senemi heba ettiğim Efe’den geriye kalanlar, bir avuç gerçek arkadaştı. Her biri bir yana gitmiş, sadece birkaçı avuçlarımın arasında duruyordu.
Adımlarım içkinin kesinlikle kullanılmadığı, sadece kahveye ve kurabiyelere dayalı sıcak mekânı bulduğunda gülümsedim.
Şıngırtılar yükselen kafeden içeriye bir adım attım.
Gençlerin cazibe merkezleri haline dönen alışveriş merkezlerinin ve alkol yuvası olan dumanlı, rengârenk topların sallandığı mekânların aksine burası küçük bir sahafın, soğuk bir kış gününde sobasından yayılan o tatlı sıcaklığın kitaplara çarpıp dağılan kokusunu taşıyordu.
Yani, ben en son bıraktığımda böyleydi.
Kafeye geçtiğimde, gerilim yüklü bir hava hâkimdi. Kahve diyarının caz müzikle karışmış halini yansıtan mekânda gözlerimin seçtiği ilk şey Bora oldu. Genelde siyah mermer tezgâhın hemen ardında bulunan Bora, yerinde değil, kare alanın tam ortasındaki ferah alandaydı. Köşelere dayanmış masaların hemen üstündeki duvarlarda sanatsal portreler düzgünce sıralanmış olmalı, minik spot ışıklar kahverengi taş duvarların üstünden hülyalı ışıklarıyla bu tabloları aydınlatmalı, müşteriler sıcak içecek ve meyve suyu arasında gidip gelirken bu yarı pastane, yarı kitap evinde hoş sohbetlerine devam etmeliydi.
Oysa bu sahnelerin hepsi çok uzak bir anı gibiydi. Sahne sanki benim sadece bir aydır çalıştığım ve benimsediğim yer değildi.
Zayıf ışıkların bir yere toplanmasıyla karanlığı delen bu romantik ortamın anısı kesinlikle farklı bir kareden gelmiş gibi duruyordu. Şimdi kafede masalar devrilmiş, spot lambalar örselenmiş ve kablolarını dışarıya sarkıtacak derecede eğilmiş, adeta kavganın huzursuzluğundan korkarak ezilmişti.
“Belanı sikerim senin!” Yüzünü bir an gördüğüm Bora anında kaybolurken şaşkınlıkla etrafıma baktım. Bir grup üniversiteden öğrenci toplanmış, izliyorken Bora’nın suratı bir görünüp, bir kayboluyordu.
İnanılır şey değildi. Bora, böyle bir yerde kavga ediyordu.
“Özür dileyeceksin lan!”
Sesin kime ait olduğunu anlayamıyordum, fazlasıyla boğuk, canhıraş bir nüktesi vardı. Minik kalabalığı açarak geçmeme kimse ses çıkartmadı. Kimse kavgaya bulaşacak, onları ayıracak tipte değildi.
Bir an kafenin sahibiyle göz göze geldik. Başı onaylamazca iki yana sallanıp öfkeyle arka kapıya seğirtince kavgayı kimsenin ayırmaya niyetli olmadığını gördüm. “Polisi arasanıza!” sertçe çıkıştım kalabalığa. Kaç dakikadır bu haldelerdi bilmiyordum ama etraf kesinlikle darmadağın bir haldeydi.
Tıpkı Bora’nın yüzü gibi.
“Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz!” İkinci kez kafede sesim yüksek oktavlarla duyulurken ilk bağırışımda bana dönen başlara birkaçı daha eklenmişti. Önümde kalan son iki kişiyi de iterek kavganın içine girdim.
Ya da, düştüm mü demeliydim?
Tanımadığım yabancı bir yumruk sallayıp Bora’nın dengesini şaşırtırken kafasının yerinde olmadığına emin olduğum yabancının bedeni sarsıldı ve bana sertçe çarptı. Kısacık bir an bana değen gözlerin ardından dudağının köşesinden sızan minik kanla Bora’ya geri döndü.
Düştüğüm yerde inlerken iki salağa da küfür ediyordum. Ortalığın anasını ağlatmışlardı. Üstelik, Bora’nın bu işe gerçekten çok ihtiyacı vardı. Nasıl böyle bir aptallığa göz yumabilmişti?
Bora’nın gömlek yakalarına asılan çocuğa karşılık, Bora sadece gülüyordu.
Endişeleniyordum.
Uçmuş gözleri, yerinde tutamayarak geriye yasladığı başıyla film karesinden fırlamış gibiydi. Bora yakışıklı, kalıplı ve tatlı biriydi ama hafif bira göbeği vardı. Bu ona bir eksi katmıyordu ancak karşısındaki adamın öfke kusan tavırlarına karşı Bora’nın aklı çoktan başından gitmiş gibi duruyordu. Çöken omuzlarının rahat hareketlerden ve sıkılgan bir hava katmaya çalışmasından kaynaklandığını az biraz tahmin edebiliyordum. Bora’yı tanıyordum.
Bora’yı bu kafeden önce, bir barda çalışırken biliyordum. Onu tanımam da yine bir kavga sayesinde olmuştu. Sıkı yumruklarını nasıl adamlara salladığını görmüştüm ve hayır, Bora istemediği sürece kimse ona el kaldıramazdı.
Bu yabancı dışında.
“Yardım edeceksin, anladın mı!” ses Bora’dan değil, yabancıdan geliyordu.
Aralarına girip ayırmak kesinlikle aptallığın daniskası olurdu. Sadece onlara yanaşmak bile bana zarar verdiyse, ayırmaya çalıştığımda zayıf bedenime neler olurdu düşünemiyordum.
“Etmeyeceğim,” dedi Bora. Telefonum çoktan 155’in numarasını çevirmişken devam etti. “Her şeyi anlayacaksın, ileride.” Kelimeler ağzından kayarak devam ediyordu. Umurunda değilmiş gibi elinin tersini kanayan yüzüne götürdü ve silmeye çalıştı.
Bir polis memurunun sesi ahizeden kulağıma süzüldüğünde durumu kısaca özetledim ve telefonu geri çantama koyarken yabancıya korku dolu gözlerle baktım. Boranın omuzlarını tutmaktan başka bir şey yapmadığını fark etmiştim, tüm kalabalık film izler gibi dikilirken Bora’nın bakışları bir an bana kaydı.
Yabancı dudaklarını oynatarak, rahatça okuyabileceğim bir şekilde mırıldandı. “Anladın mı?” Sesini duymaktan çok, dudaklarını okumuştum. Onun yüzünün de Bora’dan geri kalır yanı yoktu. Bora’nın gözlerinden bir an, çok kısa bir an hüznün geçtiğini gördüm. Huzursuzluk içimde
çoğalırken “Yeter artık!” dedim. Sesim bu kez titremeyi barındırıyordu ama kararsızlık kesinlikle yoktu. Demin bahsettiğim aptallığı aynen uygularken tanımadığım bu yabancı, sanki birisinin onları ayırmasını bekliyormuş gibiydi. İkisini de omuzlarından itip ayırdığımda bir kez daha bağırdım. “Def ol buradan!”
Bora’nın yüzünü yakından görünce kan beynime sıçramıştı. Tanınmadık bu yüzde seçebildiğim tek şey şaşkınlık ve acının harmanlandığı gri bir çift göz olmuştu. “Ya da bekle!” sinirli sesim perde perde yüksekten çıkıyorken, “Polisler zaten gelmek üzere!”
Göğsünden ittirdiğim adamın alnında beliren damar sinirlendiğini gösterirken umurumda bile değildi.
Bora, “Şimal,” dedi sakince. Bu tınıyı biliyordum. Karışma, sana zarar gelsin istemiyorum.
Bu beni daha da üzerken dolu gözlerimi dengesini kaybeden Bora’ya güç bela çevirdim. Bora’yı tutmak isterken zorlanıyor, yere düşmesini sadece yumuşatabiliyordum.
“Yardım etsene!” bağırıp dolan gözlerime söz geçirmeye çalışırken ona döndüm. “Onu ne hale getirdin, hayvan herif!” ondan bir hayır gelmeyeceğini anlamamla etrafımdakilere baktım, biri Bora’nın başına çökmüş ona bir şeyler diyordu ve elinde, ıslak mendil olduğunu tahmin ediyordum, beyaz bir şeyle yüzüne nazikçe dokunmaya çalışıyordu.
Bu kez tüm bedenimle gri gözlerin sahibine döndüğümde öfkeyle göğsünden ittirdim. “Pislik herif!” Bora ardımda homurdanırken bana kızdığını tahmin edebiliyordum. Yabancı sadece gözlerini Bora’ya çevirdi ardından beni bulurken sadece omuz silkip serin hareketlerle kapıya doğru yürüdü.
Uzun iki adım atarak ona atıldığımda sertçe omzundan tutarak kendime çevirdim. “Ne o, şimdi de bir pısırık gibi kaçıyor musun yoksa?”
Dilimi kanatana kadar ısırıp sinirle ona bakarken soğuk gri gözlerin alayla karışmış sinirini ruhumda tattım. “Bak küçük kız,” dedi dudaklarını kulağıma yaklaştırıp.
Onu ittirdiğim ellerimi tutup, bileklerimi kelepçe gibi sardı ve arkamda topladı. “Herkes yerini bilsin,şansını zorlama, ha?”
Dolan gözlerim görüşümü bulanıklaştırırken kirli sakalına diktim bakışlarımı. Bu adamın gözleri gibi, sesi de soğuktu. Geri çekilip bana kısacık bir an meraklı bir bakış attı. Ardından Bora’ya döndü ve, “Yardım edeceksin.” Dedi.
Geniş omuzlarını saran, dar kesimi ve kavganın şişirdiği kaslarının çizdiği sert görünüm kafeden adım adım uzaklaşırken sinirle baktım. Ne yardımından bahsediyordu bir fikrim yoktu, bildiğim tek şey Bora’nın canının yandığıydı. Bora’ya bakarak içimden söylendim. Ne işlere bulaşmıştı böyle?
“Yardım etme ona.” Dedim kindarlıkla. Başına çökmüş, yerden kalkmasına yardım ediyordum. Dudaklarım ve kaşlarım aşağı doğru kavislenip huysuz bir profil çizerken diğer koluna başka birisi girdi ve kaldırmama yardım etti. Bir şey demeden onu kafenin ardındaki minik odaya yönlendirdim. Burada üstümüzü değiştiriyorduk ve Bora evine gitmediği günlerde –ki genelde evine gitmezdi, evi adeta bu daracık oda olmuştu- burada kalırdı. Biz odaya geçeceğimiz sırada dağılan minik gruba baktım. Bir daha büyük ihtimalle buraya uğramazlardı.
Boranın belli belirsiz gülümsemesinin ardından suratını buruşturduğunu gördüm. Büyük ihtimalle bu tavrım onu gülümsetmişti ama yüzündeki hasar ona acı veriyordu. Bora, neden ona karşı bile gelmemişti ki?
Yardım deyip durmuştu, Bora ona yardım edecek miydi?
Kapıdan çıkmadan önceki son bakışı omur iliğimden buz torbası bırakılmış gibi soğukluk yaydı içime. İfadesi yeniden gözümde canlanırken tahmin yürütmeye çalıştım. Bakışlarım sanki o anı tekrar etmek ister gibi yeniden kapıya döndüğünde, Bora’nın omzumdaki elinin varlığı daha sıkılaştı.
Yeniden ona dönüp nefesimi dudaklarımdan serbest bırakırken minik odaya geçtik ve hafif siyah kapıyı ardımdan kapadım. İçimden söylenirken tahmin yürütmeye çalıştım.
Sakalları parlak bir deniz kıyısındaki kumun, kavgaya ve dağılmış bir surata rağmen çekici bir şekilde yüzüne serpilmiş hali gibiydi. Gri gözler, soğuk bakışlar ve soğuk bir ses tonu.
Adamın net cümlesi bir emir kadar sarsılmaz, kehanet kadar kesindi. Bora ona istediğini eninde sonunda verecekti çünkü bu adam istediğini almadan durmayacaktı, belliydi.
Bora’yı koltuğa yatırdığımda ne olduğunu bilmeden arkadaşımı bu hale getirdiği için iyi/kötü hanesini iptal ederek zihnim bu yabancı için farklı bir oturum açtı. Bu oturumda iyiden, kötüden ziyade tek bir kelime yer alıyordu: tehlikeli. Geriye kalan her kelimenin üstüne kalın bir çizgi çekmiştim. Bu tek kelime ona yeterli gibi geliyordu. Minik buz dolabına gidip bir buz kalıbı çıkartarak Bora’nın göz çevresine yerleştirdim.
İnleyen Bora içimdeki ağlama isteğini çoğaltırken düşmanca tek kelimelik listeme şunları da ekledim: Çekinmeyen, bunaltıcı, lanet, kavgacı, kötü bir adam.
Gri gözlü, istediği her şeyi elde etmek isteyen bir huysuz!




Keyifli okumalar
wink.png
 

Forumdan daha fazla yararlanmak için giriş yapın yada üye olun!

Forumdan daha fazla yararlanmak için giriş yapın veya kayıt olun!

Kayıt ol

Forumda bir hesap oluşturmak tamamen ücretsizdir.

Şimdi kayıt ol
Giriş yap

Eğer bir hesabınız var ise lütfen giriş yapın

Giriş yap

Tema düzenleyici

Tema özelletirmeleri

Grafik arka planlar

Granit arka planlar