Foruma hoş geldin, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

OynFrm Reklam Alani OynFrm Reklam Alani
OynFrm Reklam Alani OynFrm Reklam Alani

Masal Türleri ve Tekerlemelerine Örneklemeler

Çevrimdışı

makochi

03ofkosucusu
Katılım
9 Haz 2014
Mesajlar
50
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Şube
Mersin
Halk Masalı:

Yazarın kendi hayal güçlerine dayanarak oluşturdukları masallardır Bu tür masalların amacı bir fikribir aksaklığı ve bozukluğu ortaya koymak ve ibret dersi vermektir

Sanat masalları:Esasları önceden saptanmış bir plana göre yazılırlar


Zincirleme Masal :

Genellikle bir yalan yarışması şeklindedirÜçüncü tekil şahısla bir masal anlatıyormuş şeklinde olduğu gibi, bizzat masalcının başından geçiyormuş şeklinde de anlatılabilir


Tekerleme; şeklinde anlatılanlarda vardır


Yalanlamalı masalların bir diğer tipi de avcı hikayeleridir Bunlar avcılarla hayvanlar arasında geçen inanılması güç olayları konu edinir



Yalanlamalı Masal:


Sözlü edebiyat ürünü olan masal;Türk Edebiyatı’nda çok önceden beri var olan bir anlatı türüdürAncak yazılı edebiyat ürünü olarak Türk Edebiyatı’nda kökleşik masallardan önce Fabi türü masallar görülmektedir


Türk Edebiyatı’nda gerek doğal masalların yazıya geçirilmesi,gerekse yazınsal anlamda yapay masalların ortaya çıkması Cumhuriyet’ten çok sonra,1940’lara doğrudur


Türk yazarlarının yapay anlamda yoğun olarak masal yazdıkları dönem ise bu tür halk bilimsel çalışmalardan sonradır



Masalların başında sözcüklerin ses benzerliğinden yararlanılarak söylenen yarı anlamlı, yarı anlamsız söz dizileri vardır Bunlara “tekerleme” denir

Masal tekerlemeleri birbirleriyle pek ilgisi olmayan, ancak dinleyicinin ilgisini masala çekmek için bir araya getirilmiş sözlerden oluşur Tekerlemenin asıl güzelliği de, birbirleriyle ilgisiz gibi görünen bu tür sözlerin bir düzen içinde sıralanmasındadır Bu da bir söz ustalığını gerektirir Bu ustalık masal anlatanın, yani masalcının ustalığına bağlıdır

Masallarda kullanılan “masal tekerlemesi”, masalın başında, ortasındaki uygun yerlerde ve sonunda söylenen, yerine göre uzunca, kimi kez birkaç kelime, kalıplaşmış birtakım sözlere verilen addır Masal tekerlemeleri, bir uyarma edasıyla masalın gerçek değil de eğlendirmek ve ibret dersi vermek için uydurulmuş şeyler olduğunu, olayların çok eskiden geçtiğini belirtmek isterler Örneğin “Evvel zaman içinde …”, “Bir varmış bir yokmuş…” diye başlayanlar bunlara örnektir Masalın sonunda söylenenlerin en kısaları, bütün maceraların herkesin gönlünden geçtiğince mutlu bir sona erdiğini anlatmak ve herkese aynı mutluluğu dilemek isterler, “Onlar ermiş muradına…” örneğinde olduğu gibi Bazen de baştaki tekerlemeler gibi, anlatılan şeylerin uydurma olduğuna tekrar dikkati çekmek isteyen “Ben de yanlarından geliyorum…”, “Gökten üç elma düşmüş…” tipindekiler ile masala son verilir Masalın ortasındaki görevleri ise anlatımı hızlandırmak, uzun zaman aralıklarını ve uzak mesafeleri kapamaktır “Masallarda zaman çabuk geçermiş…”, “Sözü uzatmayalım…”, “Derelerden sel gibi, tepelerden yel gibi…” ve benzeri tekerlemelerde bu düşünce gizlidir Bazılarında şakaya dönüşen anlatım gene masalın gerçek dışı niteliğini belirtme kaygısını güder, “Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş Bir de arkasına bakmış ki, bir arpa boyu yol gitmiş…” örneğinde olduğu gibi


Aslında tekerlemenin masalla hiçbir ilgisi yoktur Sadece dinleyicinin ilgisini çekmek ve onu masal dünyasına girişe hazırlamak için söylenir İşte masalcının söz ustalığı da burada başlar Söylediği tekerlemeyle dinleyenleri neşelendirir Anlatacağı masala ilgi çeker Masalının dikkatle ve heyecanla dinlenmesini sağlar

Kimi masal tekerlemeleri de bilinenlerden birkaçının birleştirilmesinden oluşur Araya yeni deyim, benzetme ve sözcükler eklenerek yeni biçimlere sokulur

Gelin şimdi de söz ustalığının en güzel örneklerinden biri olan masal tekerlemelerinden sizin için seçtiklerimizi okuyalım Onları ezberlemeye çalışalım.Anlatacağımız masallara bu tür tekerlemelerle yeni renkler katalım.​





Evvel zaman iken, deve tellal iken, saksağan berber iken… Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken İp koptu, beşik devrildi Anam kaptı maşayı, babam kaptı meşeyi, döndürdüler dört köşeyi Dar attım kendimi dışarı… Kaç kaçmaz mısın… Vardım bir pazara Bir at aldım dorudur diye Bineyim dedim, at bir tekme salladı bana geri dur diye… Padişahın topları ateşe başladı Topladım gülleleri cebime koydum darıdır diye Tozu dumana kattım, Edirne’ye yettim Selimiye minarelerini belime soktum borudur diye Yakaladılar beni tımarhaneye attılar delidir diye Babamdan haber geldi, onun eski huyudur diye Bereket inandılar, tutup beni saldılar Neyse uzatmayalım, masala başlayalım…​




************​



Bir varmış, bir yokmuş Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde Deve tellal iken, horoz imam iken, manda berber iken, annem kaşıkta, babam beşikte iken… Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, babam düştü beşikten, alnını yardı eşikten… Annem kaptı maşayı, babam kaptı küreği, gösterdiler bana kapı arkasındaki köşeyi… O öfke ile Tophane minaresini cebime sokmayayım mı borudur diye… O öfke ile Tophane güllesini cebime doldurmayayım mı darıdır diye… Orada buldum iki çifte bir kayık Çek kayıkçı Eyüb’e…

Eyüb’ün kızları haşarı… Bir tokat vurdular enseme, gözlerim fırladı dışarı… Orada gördüm bir kız… Adı Emine, gittim yanına… Bir tarafı tozluk dumanlık, bir tarafı çayırlık çimenlik, bir tarafı sazlık samanlık… Bir tarafta boyacılar boya boyuyor renk ile… Bir tarafta demirciler demir dövüyor denk ile… Bir tarafta Mehmet Ali Paşa cenk ediyor şevk ile… Anan yahşi, baban yahşi, kurtuldum ellerinden… vardım masal iline​




************​



Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler top oynarken eski hamam içinde… Ben deyim şu ağaçtan, siz deyin şu yamaçtan, uçtu uçtu bir kuş uçtu; kuş uçmadı, Gümüş uçtu Gümüş uçmadı, Memiş uçtu Uçar mı, uçmaz mı demeye kalmadı; anam düştü eşikten, babam düştü beşikten… Biri kaptı maşayı, biri aldı meşeyi; dolandım durdum dört köşeyi…

Vay ne köşe bu köşe! Dil dolanmadan ağız varmaz bu işe; bu köşe yaz köşesi, şu köşe kış köşesi, şu köşe güz köşesi, diye iki tekerleyip üç yuvarlarken aşağıdan sökün etmez mi Maraş paşası! Hemen bir sarıya bir fare deliği bulup, attım kendimi dışarı; gelgelelim şu mahallenin yumurcakları haşarı mı haşarı; bir fiske vurdular enseme, gözlerim fırladı dışarı!

Az gittim uz gittim… Dere tepe düz gittim Çayır çimen geçerek, lale sümbül biçerek; soğuk sular içerek, altı ayla bir güz gittim Bir de dönüp ardıma baktım ki, ne göreyim, gide gide bir arpa boyu yol gitmişim!

Vay başıma, hay başıma; bu yol bitecek gibi tükenecek gibi değil, ya bir devlet kuşu konsa başıma, ya da alsa beni kanadına kaşına, demeye kalmadı bir de gördüm ki, ne göreyim? Adıyla sanıyla, yeşiliyle alıyla, Zümrüdüanka dedikleri değil mi? Kafdağı’nın üstünden süzüm süzüm süzülüp geliyor Bakın hele! Yüzü insan, gözü ahu Ne maval, ne martaval İşitilmedik bir masal!



************​


Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde… Bu sözün önü var, arkası yok; gömleğimin yeni var yakası yok… Sabır da bir huydur, suyu var tası yok De gel sabreyle sabreyle… İyi ama susuzla sabırsız ne yapar? Ya bir kuyu kazar, ya dolaşır çarşı pazar; ben de aç karın, yüksek nalın çıktım pazara, Mevlam uğratmasın iftiraya nazara…

Bir kaz aldım karıdan, boynu uzun borudan! Kendisi akça pakça, eti kemiğinden pekçe, ne kazan kaldı ne kepçe! Kırk gündür kaynatırım kaynamaz

Hay dedim, huy dedim; bu ne pişmez şey dedim Bir iken iki olduk, üç iken dört olduk; anan soylu, baban boylu derken kırk olduk; kırkımız kırk ateş yaktık!… Kırk gündür kaynatırım kaynamaz Baktım ki olacak gibi, sofraya konacak gibi değil, eğil dağlar eğil dedik; onumuz hu çekti, onumuz su çekti; onumuz un, odun çekti; haydan geleni huya sattık, unu bulguru suya kattık Suyu kazana, kazanı yeniden ocağa attık; vay ne kaynattık ne kaynattık… De şimdi kaynar mı, kaynamaz mı? Derken efendim bu kez başını kaldırıp bize bakmaz mı!

Gayrı pabucunu bırakıp kaçan kaçana! Kanadını kaldırıp uçan uçana! Eh, bir ben miyim kırk kişinin gevşeği? Çıkardım ahırdan boz eşeği vurdum sırtına palanı, çektim yedi yerden kolanı; bindirdim üstüne doksanlık anamı Boynuna mavi bir boncuk takmadım ama, koynuna koydum bir sabırtaşı Sabırtaşı, sabırcıktaşı deyip geçmeyin öyle! Ne anamın aşı, ne gözümün yaşı İtler işin başı, tandırın başı, masalın başı, bu sabırtaşı! Verilecek kuluna vermiş, bize de versin Yaradan; haydi dedikoduyu kaldırıp aradan, dinleyin şimdi; sabırlı kim, sabırsız kimdi…



************​



Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde… Odunun biri bir odun vurdu kafama… Kafam koptu kalktı gitti sarmısak pazarında sarmısak satmaya… Durur muyum ya, ben de arkasından koştum O gitti ben gittim, o gitti ben gittim; derken arkasından yetiştim ama, bak şu kafaya:
- Ben senin kafan değilim, demesin mi?
- Kafamsın!
- Değilim!
- Kafamsın!
- Değilim!

Diye atıştık, vuruştuk Son sonu kadının kapısında buluştuk Buluştuk ya, bak şu püsküllü belaya, kadı evde yokmuş, mercimek ağacına çıkmış da mercimek topluyormuş…

Ağacın tepesinden bize bağırdı:
- Sizin davanız büyük dava! Kuş kanadı kalem olsa, derya deniz mürekkep; gene ne yazılır, ne biter… Hele kırk tomar kâğıt, kırk kucak kalem getirin de ötesini düşünürüz, dedi

Bir dediğini iki eder miyiz? Aldık getirdik, bulduk getirdik Merdiveni de aradık taradık, götürüp mercimek ağacına dayadık, dayadık ya, kadı inerken kırılıvermesin mi mübarek!

Kadı öldü, kafam da bana döndü: Ah kafa, nah kafa; ne çekersem senin elinden çekiyorum…​



************​



Var varanın, sür sürenin… Baykuşu çoktur viranenin… Destursuz bağa girenin, geçmez para ile dükkâna girenin, hokka çömleğini başında patlatır Bekri Mustafa… Hak dost, veli dost… Babamdan kaldı bir eski post… Ben dikerim, o sökülür… Arasına bit, pire sokulur… Ufacığı bakla gibi, büyüceği toklu gibi… Tuttum pireyi, İstanbul’a yolladım Bekledim, bekledim gelmedi Ardından uşak yolladım

Kırk kişiyiz… Onumuz odun yarar, onumuz kav çakar, onumuz su taşır, onumuz ateş yakar… Bir de baktık kaz kafasını kaldırmış, kazandan bize bakar… Fare takla tukla… Ne nohut bıraktı bu yıl, ne de bakla… Kahveci kutuyu sakla, tiryaki olmuş o güdük fare…

Fare ovada yedi başağı, sıyrıldı çıktı direkten… Somunu kaptı kürekten… Gözleri büyük çörekten… Dişleri iri oraktan…

Tavandan teker meker… Gözlerime toz döker… İhtiyara bakmaz geçer Bir oh çekmez mi bizim güdük fare? Tavanda koptu patırtı… Çömlek başına atıldı… Çektim tüfeği avludan… Yah ettim dokuz kilo soğan

Derken efendim, baldıranlığa daldı kurudur diye… Boz eşek attı çifteyi geri dur diye Ben tuttum kuyruğundan ileri diye…

Kalktı sıçradı kürek sapına… Gözünü dikmiş çocuk hakkına… Seksen kiloluk pekmez küpüne…

Reçel olup gitti bizim güdük fare… Efendimin ağası… Sivridir külahisi… Uzatmayalım biz bu sözü, başımıza gelir daha belası…

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir memleket padişahının kırk oğlu varmış…




************​



Handadır handa, bir kara manda
Üç yüz yaşındaydım evvel zamanda
Mavi çadır gerilmiş, duydum pazar kurulmuş
Vurdum karıncaya palanı
Kırk yerinden bağladım kolanı
Sardım sırtına seksen sekiz çuval soğanı
Vardım pazara
Vay ne pazar ne pazar, güzeller durmaz gezer
Kırlangıçlar terzi, köpekler kalaycı, tilkiler tüccar

Buldum bir köşe, başladım işe
Soğan sarmısak satarken
Terazimin kolu kırıldı bir güzele bakarken
Kurbağa kanatlandı gitti gelin getirmeye
Gelin çıktı çardağa, çat yerleşti bardağa
Masaldır bunun adı, dinlemekle çıkar tadı​



************​



Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal, pire berber iken, ben dayımın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, aşağıdan:

- Tutun da, vurun da! diye bir gürültü kopmaz mı?

- Eyvah, dedim Şimdi bunlar susmazlar, dayımı uyutmazlar

İki kalktım, bir hopladım Yüz ayak merdiveni bir çırpıda atladım

Baktım; bir kuru kalabalık

- Nereye gidiyorsunuz böyle? dedim

- Hak aramaya gidiyoruz, dediler

Neyse, katıldım ben de içlerine, vardık koca şehrin birine Aradık taradık, hakkımızı bulduk Meğer o da pire değil miymiş?

Bindim pireye, vardım Tire’ye Pire gider çatır çutur, hak sahibine balta getir Bak şu pirenin işine, yular bağladım dişine Gören şaştı, duyan şaştı, Üsküdar vapuru Beşiktaş’ı aştı

Tuttum pirenin birisini, kırdım ufağını irisini, davula geçirdim derisini, kaytan yaptım kuyruğunu

Sonra sırtına vurdum palanı, altından çektim kolanı, dinleyin bakalım bendeki koca yalanı…



************​



Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde, devler top oyunarken eski hamam içinde… Bir havladık, hoyladık; cümle âlemi topladık Allah’ın kışı tandırın başı olur da kim gelmez? Haylanan da geldi, huylanan da geldi, ahlanan da geldi, ohlanan da geldi Hele büyük baş, büyük kara kadı, kuru kadı geldi… Kadıyı, dayıyı duyunca; yabanın ördeği, kazı geldi… Ördeği, kazı görünce, bir de çulsuz tazı geldi Tazının peşinden de görmemişin oğlu, kör Memiş’in kızı geldi… Ne etti, ne etti, arkası sökün etti: Kambur Ese, Sarı Köse geldi; biri saltanata, biri süse geldi… Bunları duyar da durur mu ya! Hımhımınan burunsuz, birbirinden uğursuz geldi… Bu iki uğursuzun ardından da ekmediğin yerde biten bir arsız, yüzsüz geldi… Daha daha, sarı çizmeli Mehmet ağa geldi, geldi dertlere deva, gönüllere sefa geldi… Derken efendim, seyrek basandan sık dokuyana, bir taşla iki kuş vurandan her yumurtaya bir kulp takana kadar kim var, kim yok; kimi aç, kimi tok; geldi, toplandı Toplandı ya, hepsi de başını kaldırıp kaşını yaktı, derken her kafadan bir ses çıktı; başladı her biri bir maval okumaya… Kimi ince eğirip sık dokudu; kimi yukarıdan atıp, aşağıdan tuttu… Kimi tavşana kaç, tazıya tut dedi; kimi ağzını yum, dilini yut dedi… Kimi kâh nalına, kâh çivisine vurdu; kimi süt dökmüş kedi gibi oturdu… Kimi kâhya karı gibi her işe karıştı; kimi gemi azıya alıp birbiriyle yarıştı… Kimi akıntıya kürek çekti; kiminin kırdığı ceviz kırkı geçti… Kimi kırkından sonra kaval çaldı; kimi de benim gibi ellisinden sonra masala daldı… Bir var ki, hangisine ne denir? Allah her kuluna bir çene, her çeneye bir gene vermiş, oynatıp duruyor Lafla peynir gemisi yürümez ama, sadece dinlemekle de olmaz; laf ebeleri adamı aptal yerine korlar; bari ben de birini çekip, çekiştireyim dedim ya, ne haddime! Yetmiş iki millet burada, sade bir Keloğlan yok ortada… Yüz yüzden utanır, ötekileri dilime dolayacak değilim ya, ben de tuttum Keloğlan’ın yakasından; bakın ne deyip durdum arkasından:

Bir varmış, bir yokmuş; Allah’ın kulu çokmuş, çok söylemesi günahmış Develer tellal iken, keçiler berber iken, bir memleketin birinde bir kocakarı, kocakarının da bir kel oğlu varmış..​




************​



Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde… Dırıltıydı, mırıltıydı, raftan fincan düştü kırıldıydı, hem de ne fincan ya! Dedemin dedesinin dedesinden kalma kulpu kırık, kenarı yok, şu ahım şahım fincan… O akşam ne cezveyi köpürdetebildim, ne kahveyi höpürdetebildim Bakın hele, şu ettiği yetmiyormuş, kırdığı kırkı geçmiyormuş gibi, bir de karşıma geçip oh çekmez mi ya bizim güdük fare! Kızmayın benim canım efendim, bu farenin derdinden bittim, tükendim Benim gibi bir yalınkat adam değil, kambur felek, kadife yelek bile dayanamaz buna Bir gece değil, beş gece değil, her gece bu, kuyruğunu yay ediyor, unu bulguru pay ediyor, yağı kıymayı zay ediyor… Öyle ya, hani han, hani harman? Evimizin ardı tarladır, ekini kor, bize zorlatır, karanlıkta göz parlatır ama gelgelelim, kaçak dövüşüne metin, ne var ne yok teslim ettik bütün, bacamızdan çıkmaz oldu tütün, gayri ya bu fare durur, ya biz Bu gece düşündüm taşındım, tatlı tatlı kaşındım, baktım ki olur gibi, olacak gibi değil, ne yapıp yaptım yine, telli pullu bir arzuhal yazdım kediye; dilediğim yerini bulursa kilerde nöbet bekleteyim diye…​




************​



…Koştum, eve vardım: “Baban doğdu” dediler, kucağıma bir yumurta verdiler Yumurta elimden düştü, içinden kocaman horoz çıktı, sokağa kaçtı

Kovalamaya başladım Taş attım değmedi Ceviz attım… Cevizden bir kocaman ağaç bitti Üstündeki cevizleri düşüreyim diye taş attım, değmediToprak attım; ağacın başı tarla oldu Kimi dedi: “Buğday ek”, kimi dedi: “Karpuz ek”

Karpuz ektim Öyle karpuz verdi ki tarla, develer taşıyamadı Karşıma bir adam çıktı: “Karpuzundan versene” dedi Bir karpuz verdim, bir ordu yedi, yarısı arttı… Ben de bir karpuz keseyim, dedim Keserken çakım içine kaçıverdi Elimi soktum, alamadım Gözümü soktum, göremedim Kendim girdim, yedi sene aradım, bulamadım Yedi sene gezdim, dolaştım, sonunda karpuzun kapısına ulaştım

Vay anam karpuz, evin köyün yıkılası karpuz…

Bir yanı sazlık samanlık
Bir yanı tozluk dumanlık
Bir yanında demirciler demir döver denk ile,
Bir yanında boyacılar boya boyar binbir çeşit renk ile, Bir yanında Osmanoğlu cenk eder top ile tüfenk ile…​




************​



“Bir varmış, bir yokmuş Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, melekler kanat çırparken geniş bir alan içinde, ben çok çok küçükmüşüm Azığımız azmış, anam kızmış Dedem eşikte, ninem beşikteymiş Anam dedem ağlar dedemi sallarmış, ninem ağlar ninemi sallarmış Bu sırada bir ses gelirdi tavandan, ben tavana çıkardım Orada bulurdum bir sandık Açardım sandığı, içinde kırk anahtar Alırdım elime birini sarıdır diye, bir kapıya varırdım yalıdır diye, açardım kapıyı aradığım yer buradır diye, bir hasır çıkardı karşıma, basardım üstüne halıdır diye, halı uçmaya başlamaz mıUçardım uçardım, bulut oluklardan su içerdim, ilden ile göçerdim, lale sümbül biçerdim Sulu yerde kavun karpuz, susuz yerde peynir ekmek yerdim Yerdim ama dedem bir ağlardı, bir ağlardı, şaşardım, çağırırdım arap bacıyı, başlardı dedeme bir masal anlatmaya, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellalken eski hamam içinde, hamamcının tası yokmuş, külhancının baltası yokmuş, yalanların, uyduranların da arkası çokmuş Eski zamanların içinde bir padişahla üç oğlu yaşarmış büyük bir ülkenin birinde”



************​



Bir varmış bir yokmuş, Tanrı’nın akıllı ve deli kulları çokmuş ama bizlerden delisi hiç yokmuş O zamanlar bir şey için çok demesi iyi değilmiş Azdan çoktan, kavga çıkarmış yoktan, bir giysi yaptırırlarmış çerden çöpten, ilikleri karpuz çekirdeğinden, düğmeleri yemişten Deve tellalken, sinek berberken, at ekmekçi, pire dülgerken, anam eşikte babam beşikteyken, ben anam ağlar anamı sallar, babam ağlar babamı sallarken, babam düşüvermesin mi beşikten Ben atladım eşikten Kaçtım tutulamadım, beni aldı bir yıldız, sakladı yücelere, indim aşağı bir sepetle Baktım bir yabancı kapımızı çalıyor, vardım yanına, sordum, dedi bana: “Nerdesin be adam?” “Ben adam mıyım, a dayı?” derken, adam çıkardı ağzındaki baklayı, atlattı bana taklayı Dedim masal masal maniki, yıldız saydım oniki, onikini yarısı, komşunun on kovan arısı Arılar vızladı gitti, yüreğim sızladı gitti, bu tekerleme de burada bitti Bir varmış bir yokmuş, evrenin çok çok ülkelerinin birinde, bir damın altındaki küçük bir odada kendi yaşlı mı yaşlı, bağırcığı taşlı mı taşlı bir ninecik yaşarmış”​




************​



“Arapkızı varmış kırk katıra, onlar ermiş muratlarına, biz çıkalım kerevetine, güller döşeyelim onların ölümsüz isteklerine, binelim ak göğüslü ak yeleli atlarına, varalım ülkelerine Ben dün onların yanına vardım, beni çok iyi konukladılar, elime üç nar verdiler Narların biri benim, biri bu masalı okuyanın, biri de tüm dinleyenlerin olsun”​
 

Forumdan daha fazla yararlanmak için giriş yapın yada üye olun!

Forumdan daha fazla yararlanmak için giriş yapın veya kayıt olun!

Kayıt ol

Forumda bir hesap oluşturmak tamamen ücretsizdir.

Şimdi kayıt ol
Giriş yap

Eğer bir hesabınız var ise lütfen giriş yapın

Giriş yap

Tema düzenleyici

Tema özelletirmeleri

Grafik arka planlar

Granit arka planlar